BATMAN ENDÜSTRİ MESLEK LİSESİ ELEKTRONİK BÖLÜMÜ |
![]() |
HİKAYELER
NE KADAR FAKİR?
Bir gün çok zengin bir adam oğlunu kırsal kesime götürüp ona insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek istemişti. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gün bir gece geçirdiler. Şehre dönerken baba oğluna sordu:
Yolculuğumuzu nasıl buldun?
Çok güzeldi babacığım! diye cevap verdi oğlu.
İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gördün, değil mi?
Evet.
Peki ne öğrendin?
Şunu gördüm" dedi oğlu.
"Bizim evde bir köpeğimiz, onların dört köpeği var. Bizim evde bahçenin yarısına kadar gelen bir havuzumuz, onların kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onların yıldızları var. Bizim taraçamız ön bahçeye kadar, onlarınki ise ufka kadar uzanıyor." Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi.
Ve çocuk ekledi:
Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için, teşekkür ederim babacığım!
YANKI
Bir babayla sekiz-dokuz yaşlarındaki oğlu dağlarda yürüyüşe çıkmışlardı. Çocuğun ayağı birden kaydı ve düştü. İncinen ayağının sıkıntısıyla haykırdı: "Aaaahhhhhhhhh!"
Sesi karşı dağlardan yankılanıp aynen geri döndü:
"Aaaahhhhhhhhh!"
Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamış olan çocuk çok şaşırdı ve merakla bağırdı:
"Kimsin sen?!"
Cevap gelmekte gecikmedi:
"Kimsin sen?!"
Çocuk bu cevaba öfkelendi:
"Korkak!"
Cevap aynıydı
"Korkak!" Bunun üzerine babasına donup sordu.
"Neler oluyor baba, anlamıyorum?"
Babası gülümsedi ve
"Dikkat et oğlum"
dedi. Sonra da karşı dağa doğru bağırdı:
"Herşey çok güzel!"
Dağdan gelen ses cevapladı:
"Herşey çok güzel!"
"Seni seviyorum!"
"Seni seviyorum!"
Çocuk hâlâ hayret içindeydi, ama yine de anlayamamıştı. Daha sonra babası açıkladı:
"insanlar buna 'yankı' derler, ama o aslında hayat'in ta kendisidir. Söylediğin ya da yaptığın herşeyi aynen sana iade eder. Hayatımız, yapıp-ettiklerimizin bir yansımasından başka birşey değildir Dünyanın daha sevgi ve adalet dolu olmasını istiyorsan, kendi kalbini sevgi ve adaletle doldurmalısın. Başkalarının şefkatli olmasını istiyorsan, senin şefkatli olman gerekir. Bunu herşeye uygulayabilirsin: Hayat ona ne verdiy-sen, onu sana aynen iade eder."
ÖNCE BÜYÜK TAŞLAR
Bir gün üniversitede işletme okuyan bir grup öğrenci, zaman yönetimi uzmanı hocalarından ummadıkları bir ders aldılar. Hocaları, karşısında yarım daire halinde oturan öğrenci grubuna
"Evet! Şimdi ders zamanı!"
diye seslendi ve masanın altından geniş ağızlı büyükçe bir küp çıkardı. Küpün içine, yine masanın altından çıkardığı yumruk büyüklüğündeki taşları dikkatli biçimde koymaya başladı. Küp ağzına kadar dolup da daha fazla taş alamayınca,
"Küp doldu mu?" diye sordu.
Sınıftaki herkes birlikte bağırdı:
"Evet!"
"Öyle mi?"
diye karşılık verdi zaman yönetimi uzmanı. Masanın altından bir kova çakıl taşı çıkardı. Küpü önce sallayıp daha sonra içine çakıl taşlarını koydu. Küpü tekrar salladı. Böylece küçük taşlar büyük taşların arasında kendilerine yer buldular. Ve aynı soruyu bir kez daha sordu:
"Küp şimdi doldu mu?"
Sınıftaki öğrenciler, uzmanın ne yapmak istediğini yavaş yavaş anlamaya başlamışlardı. İçlerinden birisi
"Herhalde hayır!" diye cevapladı bu soruyu.
"Güzel!"
dedi uzman ve masanın altından bu defa bir kova kum çıkardı. Kumu küpe boşaltmaya başladı. Kumlar büyük taşlarla çakıl taşlarının arasındaki boşlukların hepsini doldurdu. Sorusunu bir defa daha sordu:
"Küp doldu mu?"
Öğrenciler bir ağızdan
"Hayır!"
diye bağırdı. Bir defa daha
"Güzel!"
dedi ve masanın altından bir sürahi su çıkardı ve küpe ağzına kadar su doldurdu. Küpün artık tamamen dolduğu söylenebilirdi.Hocaları öğrencilerine dönüp sordu:
"Bu örnek bize neyi gösteriyor?"
Çalışkan bir öğrenci elini kaldırdı ve çıkardığı dersi özetledi:
"Programınız ne kadar dolu olursa olsun, gerçekten gayret ederseniz, o programa birkaç şey daha ilave edebilirsiniz."
"Hayır"
dedi uzman.
"Bu örneğin bize öğrettiği şeyşu: Eğer büyük taşlan önce koymazsanız, bir daha asla koyamazsınız."
Sonra konuşmasına devam etti:
"Sizin hayatınızdaki 'büyük taşlar' ne? Öncelik sıralamanızda ilk sırayı ne teşkil ediyor? İşte o büyük taşlar ne ise, hayat küpünüze önce onları koyun."
AFFETMENİN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:
"Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"
Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.
"O zaman" der öğretmen. "Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin.
Öğrenciler bunu da yaparlar.
"Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!"
Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:
"Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun."
Bazı öğrenciler torbalarına uçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:
"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde... hep yanınızda olacaklar"
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:
"Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."
"Hocam, patatesler kokmaya başladı Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık." "Hem sıkıldık, hem yorulduk...."
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
"Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir."
DELİK KOVA
Bir zamanlar efendisinin evine her gün nehirden su taşıyan bir köle vardı. Köle boynunda taşıdığı bir sopanın iki ucuna birer kova asar, bu kovaları nehirden aldığı su ile doldurur ve eve getirirdi. Ancak kovalardan birisi birkaç yerinden delinmiş eski bir kovaydı. Dolayısıyla, nehirde ağzına kadar doldurulan suyun ancak yarısını tutabilirdi eve kadar. Diğeri ise yep yeni ve sağlam bir kovaydı. Suyu hiç sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böylece devam etti. Sucu köle nehirde iki tam kova dolduruyor, efendisinin evine geldiğinde ise geriye sadece bir buçuk kova su kalıyordu.
Deliksiz kova bu başarısıyla gurur duyuyor ve "Ben işimi tam görüyorum" diyerek böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan dolayı utanıyor ve kendisinden beklenenin sadece yarısını yapabildiği için hep üzülüyordu. İki yıl boyunca deliğinden su sızdırmayı içine sindiremediği için, bir gün dile gelip nehir kenarında sucuya şöyle dedi:
"Ey sucu insan! Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum?"
"Niye ki?" diye sordu sucu. "Neden utanıyorsun?"
"İki yıl boyunca, yan tarafımdaki çatlaklar yüzünden sular akıp gitti ve yükümün sadece yarısını efendinin evine götürebildim. Benim kusurum nedeniyle sen de gayretlerinin karşılığını tam alamıyorsun."
Sucu eski delik kovaya acıdı ve şefkatli bir sesle şöyle dedi:
"Efendinin evine dönerken, yol kenarındaki çiçeklere bir dikkat et istersen."
Gerçekten de, tepeye çıkarken, delik kova yol kenarındaki enfes yaban çiçeklerini gördü ve bu onu birazcık neşelendirdi. Ama yolun sonunda yine kederlendi, çünkü yükünün yarısını yine çatlaklardan akıtmıştı. Bu başarısızlığından ötürü sucudan yine özür diledi. Sucu kovaya şöyle dedi:
"Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında hiç çiçek olmadığını farketmedin mi? Bu neden böyle biliyor musun? Ben senin delik olduğunu baştan beri biliyordum ve bundan faydalanmak istedim. Senin tarafındaki yol kenarına çiçek tohumları ektim. Ve her gün dereden dönerken onları sen suladın. iki yıl boyunca bu güzel çiçeklerle efendimin masasını susleyebildiysem, bu senin sayende oldu. Senin sayende, efendimin odası böylesine guzelleşti."
4 MAHALLELİ KASABA
Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış. Birinci mahallede Evetama'lar yaşıyormuş. Evetama'lar ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise "evet, ama" diye cevap verirlermiş. Cevapları hep yanlış olurmuş. Suçu başkalarına atmakta da ustaymışlar.
İkinci mahallede Yapıcam'lar yaşarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış, ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş. Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.
Üçüncü mahallede yaşayan Keşkeci'lerin, hayatı algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlermiş ama, her şey olup bittikten sonra. Keşke'cilerin de başları kanarmış hep, duvarlara vurmaktan!
Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise İyikiyaptım'lar otururmuş. Keşkeci'ler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış.
Yapıcam'lar Keşkeci'lerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.
Evetama'lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlermiş.
İyikiyaptım mahallesindeki insanların kusuru da, beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış!.
ARKADAŞLIK
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. "Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak" demiş. Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki genç tahtaya hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası oğluna "Aferin! iyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş.
Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar" demiş.
KURABİYE HIRSIZI
Bir gece genç bir kadın havaalanında uçağının kalkmasını bekliyordu. Daha epeyce zaman vardı. Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket de kurabiye alıp, kendisine oturacak bir yer buldu ve kitabını okumaya başladı.
Kendisini okumaya öyle kaptırmıştı ki, yanında oturan adamın aralarındaki paketten birer birer kurabiye aldığını paket yarıya geldiğinde fark edebildi. Görmezden gelmeye karar verdi. Gözü bir yandan da saatteydi, "kurabiye hırsızı" yavaş yavaş kurabiyelerini tüketirken. Her kurabiyeye uzandığında adam da uzatıyordu elini. Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca " Bakalım şimdi ne yapacak?" dedi kendi kendine. Adam yüzünde bir gülümsemeyle son kurabiyeyi aldı, ikiye böldü. Yarısını ağzına atıp, diğer yarısını kadına uzattı. "Aman Allah'ım , ne cüretkar ve kaba bir adam" diye düşündü kadın. Hayatında bu kadar sinirlendiğini hatırlamıyordu.
Uçağının kalkacağı anons edildiğinde eşyalarını topladı ve dönüp "kurabiye hırsızı"na bir kere bile bakmadan, çıkış kapısına yürüdü. Uçağa bindi, koltuğuna oturdu. Bitmek üzere olan kitabını almak için çantasını açtı ve çantanın içinde duran bir paket kurabiyeyi gördü. Adamın onunla kurabiyelerini paylaştığını, özür dilemek için çok geç olduğunu anladı üzüntüyle. Kaba ve cüretkar olan "kurabiye hırsızı" asıl kendisiydi.
Ana Sayfa Rehberlik Teknolojik Bilgiler Öğretmenlerimiz Duyurular Linkler